Bugünlerde  geçmiş senelerimizi özlemle anar olduk.

Neden mi?

Yediğimiz içtiğimiz herşeyin tadı vardı, mis gibi kokuları vardı.

Evet bu kadar çeşit bu kadar bolluk yoktu ama alım gücü vardı,
Huzur vardı, israf yoktu.
Güzel komşuluklar vardı,
Sevgi, saygı vardı,
arkadaşlık, dostluk vardı

Emekli olduğunda aldığın ikramiye ile ev alınırdı.. 

Toprağımız, havamız zehirsiz, zamanında turfanda yediğimiz kokusu hala burnumuzda, tadı damaklarımızda olan meyvelerimiz, sebzelerimiz vardı,

Örf ve  adetlerimiz vardı,

Bazı güzel takıntılarımız  vardı hala unutamadığımız..

Yaşı elli ve üzerinde olan neslin, değişik geleneklerle iç içe bir gençliği vardı.

Geceleri dışarı sofra örtüsü
silkmenin ve kirli su dökmenin sakıncalı olduğunu söyleyen annesinin, gece ıslık çalınmaz, şeytanlar gelir diyen anneannesinin otoritesine karşı çıkmış babayiğit bulunur mu? 

Gece sakız çiğnemek ölü eti çiğner,bıçak elden verildiğinde kavga edileceğini,gece aynaya bakmak,tırnak kesmek uğursuzluk sayılırdı..

İçten gelen bu davranışlar cahillik olarak değil, kaybedilmemesi gereken bir davranış, bilgi aktarımı olarak görürlerdi.

Kafama bir örtü koyup, üzerinde tutulan su dolu çanağa kurşun döktüklerinde, duyduğum cazırtılar bitip de gün ışığına ulaştığımda, merakla bakmıştım tasın içerisine.

Çatlamış bu nazardan, gözleri çıksın inşallah!..

Hepimizin bir nazar boncuğu vardı bir tarafımıza iliştirdikleri.

Kafasının üzerine tuz çevrilip üzerine atılmayan kişi kalmamıştır o çağlarda.

Karnı ağrıdığında, beline atkı sarılıp üzerinde ütü gezdirilirken  dua okunmayanların sayısı bir elin parmaklarını geçmez sanırım.

Hangi muskaların omuz başlarına çengelli iğneyle tutuşturulduğunu, 
komşu teyzelerle gidilen yatırlarda ağaçlara bağlanan çaputlara, 
gözlerini kırpıştırarak baktığı günleri hatırlamayanlar var mıdır?

Kibritle oynamanın uyurken altınıza işeteceğini, 
incir ağacına tırmanılmayacağını, 
makası açık bırakırsan kavga çıkacağını,
Namaz kılan babaannenin sırtına atlanılmayacağını,
pilav yerken tabağında bıraktığın pirinç taneleri kadar çocuğun olacağını..

Yemediğin lokmalarının ardından ağlayacağını,
gidenin peşinden su dökmenin kısa zamanda döneceği umutlarını beslediğini,

Unutan yoktur sanırım yaşıtlarımızın arasında..

Okul ve iş kapısına sağ ayakla girmenin, tahtaya vurup kulak çekmenin, çekerken dudaklarımızın arasından  ''cucukk''  diye ses çıkarmanın pratik faydalarını nasıl inkar edebiliriz mutlu bir jenerasyon olarak.

Bir arkadaşım su içerken çömelir, elini başının arkasına koyarak aklının kaçmasını önlerdi!..
Ona öyle demişti anacığı, çaresiz çömelirdi çocuk!..
Köpek uluduğunda kalkıp terliklerin ters çevrilmesini istediklerini anlayamazdım ama korkar yapardım hemen. 

Üstelik eve girince çıkardığın ayakkabın ya da terliğin ters durursa, hemen düze çevirme gerekliliği varken. 

Öyle yetiştirilmişlerdi ve öyle de korumaya çalışıyorlardı kendi çocuklarını türlü kötülüklerden.

Ağzımdan lokma düştümü aç bir misafirin geleceğini,

Dikeceği kumaşı keserken, yan odadan koştururdu beni ''kolay gelsin'' diye bağırtarak.
Kaybolan şeylerin hemen bulunmasını sağlayan duaları ezbere bilirdi eski kadınlar olmasını istedikleri ivedi dilekleri gerçekleştiren.

Sabahları yüzümüzü yıkamanın nedeni açılmak değil, 
gece boyunca  suratlarımız yalayan şeytanların salyasından arınmak içindi..
Ne güzel anılarımız vardı bol yeşillikler içindeki bahçelerimizin içinde,kışın üşüdüğümüz,yazın klimasız  yaşadığımız....
Kimseden korkmadan koşup oynadığımız.

Çok şey var anılarımızda ama şimdilik gözlerinizi düşünüp fazla zamanınızı almayayım.

Sevgiyle kalın, yeniden buluşmak ümidiyle dostca kalın..